Açık Deniz İçin Umut!

11.03.2023

Açık Deniz İçin Umut!

Açık deniz için Birleşmiş Milletler taraf ülkeleri 4 Mart 2023'te, iki günlük yoğun görüşme ve 20 senelik bir müzakere süreci sonrasında anlaşmaya vardı. Açık Deniz Anlaşması’na göre 2030 yılına kadar uluslararası suların %30’unun etkin korunma altına alınmasını ve korunan alanlarda balıkçılık, gemi taşımacılığı ve araştırmaya yönelik hakların regüle edilmesini hedefliyor.

Taraf ülkeler arasındaki müzakereler, fonlama ve balıkçılık hakları gibi konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle yıllardır erteleniyordu. Açık Deniz Anlaşması, okyanus ve kaynakları üzerine oluşturulan üçüncü uluslararası sözleşme özelliğini taşıyor. İlk iki anlaşmanın sıralaması şu şekilde: 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi' (UNCLOS) ve 1995 Birleşmiş Millet Balık Stokları Anlaşması. Türkiye bu anlaşmalarının hiçbirinde taraf değil.

Peki ‘Açık Deniz’ Nedir?

Sözleşmenin adındaki ‘açık deniz’ aslında uluslararası sular olarak bildiğimiz, ülkelerin deniz kıyıları boyunca, genişliği uluslararası anlaşmalarla saptanmış, deniz alanlarının dışında kalan ve hiçbir ülkenin egemenlik sahası altında olmayan uluslararası bölge. ‘Açık Deniz’ okyanusumuzun yaklaşık %60’ını kapsıyor. Bu uluslararası bölge üzerinde hiçbir ülke tek başına hak iddiasında bulunamaz. Yani açık denizde, Amerika Birleşik Devletleri gibi 332 milyon kişi nüfuslu ve USD 23 trilyon gayri safi milli hasılaya sahip bir ülke ile Tuvalu gibi 11.204 kişi nüfuslu ve USD 63 milyon gayri safi milli hasılaya sahip bir ülke eşit haklara sahip.

Açık Deniz İçin Bir Anlaşma Neden Önemli?

Açık denizde tüm ülkeler eşit hak ve sorumluluklara sahip olsa da, açık denizdeki hayat, iklim krizi, aşırı avlanma ve gemi taşımacılığının yarattığı trafik ve kirlilik nedeniyle baskı sonucunda risk altında. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği'nin (IUCN) güncel değerlendirmesine göre küresel deniz türlerinin yaklaşık %10'u da bu riskle karşı karşıya. Ülkelerin taraf olacağı ve uygulayacağı bir Açık Deniz Anlaşmasıyla koruma faaliyetlerinin uygulanması, yok olma riski altında olan türlerin durumunun iyileşmesini sağlarken, uzun vadede deniz kaynaklarının korunması ve daha iyi bir şekilde yönetimi için umut verici olabilecek.

Açık Deniz Anlaşması'nın Hedefleri:

Anlaşmanın kapsamında ulusal suların %30’unda Deniz Korunan Alanları oluşturulması ve böylece deniz sağlığı ve biyoçeşitliliğinin korunması temel hedeflerden biri. Günümüzde açık denizlerim sadece %1,2’si koruma altında. Açık Deniz Anlaşması bu hedefiyle Aralık 2022’de gerçekleşen COP15 biyoçeşitlilik konferansında ülkelerin taahhüt ettiği, 2030 yılına kadar denizlerin üçte birinin koruma altına alınmasını hedefleyen ‘30x30’ kampanyasıyla da hizalanıyor.

Hedefler arasında anlaşmada belirlenen yeni korunan alanlarda balıkçılık, gemi taşımacılığı güzergahları ve derin deniz madenciliğine yönelik keşif ve operasyonların sınırlandırılması, derin deniz madenciliği faaliyetlerinde çevresel değerlendirme gerekliliklerinin uygulanması ve açık denizde koruma faaliyetlerinin yapılması için daha fazla finansman sağlanması yer alıyor.

Neden Şimdi?

Anlaşmaya varmayı zorlaştıran başlıca konular uluslararası sulardaki denizel kaynakların sürdürülebilir ve ülkeler arası eşit paylaşım sağlayacak şekilde kullanılması ve korunmasına yönelikti. Bunların başında da derin deniz madenciliği geliyor. pUluslarası sulardaki denizel genetik kaynaklar gıdanın yanı sıra endüstriyel kullanıma yönelik ciddi bir kaynak potansiyeli barındırıyor. Bunların başında enerji ve ilaç sektörü yer alıyor. Ekonomik ve endüstriyel kapasitesi daha yüksek olan ülkeler derin okyanusu keşfetmek ve kaynakları kullanmaya yönelik finansman ve politik güce sahipken, bu konuda daha az kaynağa sahip olan ülkelerin uluslararası sulardan elde edileceklerden haklı bir eşit paylaşım talebi bulunmakta. Okyanusların henüz sadece %20'si keşfedilmişken, okyanus kaynaklarının büyüklüğünü ve ekonomik potansiyelini belirlemek, sürdürülebilir kullanımına yönelik projeksiyonları yapmak ve bu doğrultuda eşit paylaşım ilkelerini belirlemek oldukça güç.

Bize Göre

Kaynak kullanım esasları belirlenirken denizin korunması için çalışan bir örgüt olarak bize göre en önemli esaslar biyoçeşitliliği önceliklendiren, iklim krizine karşı dayanıklılığı artıran ve milyarlarca insanın hayatını ve geçimini eşitlikçi bir şekilde göz önünde bulunduran bir anlaşma sağlanması.

Anlaşma kapsamında uzlaşılamayan ve uygulama sürecinde de en çok tartışılacak olan konu şüphesiz 'etkin koruma'nın tanımı. Deniz Koruma Alanları'nda etkin koruma kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılması olarak veya bu alanlarda hiçbir endüstriyel faaliyetin gerçekleşmediği ‘tam koruma’ olarak yorumlanmaya açık. Bu nedenle ülkelerin etkin korumanın tanımında anlaşması ve belirlenen tanım altındaki izin verilecek olan aktivitelerin kim tarafından nasıl yapılacağının ve denetleneceğinin belirlenmesi gerekiyor.

Örneğin, bir Uluslararası Deniz Koruma Alanı'nda belirli bir türde balıkçılık yapılmasına izin verilecekse, bununla ilgili bilgi toplama, analiz, planlama, kaynak paylaşımı, uygulama ve yönetim faaliyetlerinin sınırlarının çizilmesi, bunu yerine getirmek için ise ihtiyaç duyulan insan kaynağı ve finansmanın sağlanması gerekecek.

Deniz Koruma Alanları'nın sınırları ve yönetmelikleri belirlenirken göz önünde bulundurulması gereken bir diğer konu da korunması hedeflenen türlerin hareketlerine yönelik bilimsel değerlendirmelerin esas alınması. Deniz Koruma Alanları’nın oluşturulmasında özellikle göçmen türlerin (highly mobile species) kullanım alanlarının birbiriyle bağlantılı olması önem taşıyor.

Sırada Ne Var?

Sırada ülkelerin Açık Deniz Anlaşması’nı resmi olarak onaylaması, en az 60 ülkenin anlaşmayı imzalayıp yasal olarak kabul etmesi, -uygulanma sürecinde gerekecek olan insan kaynağı ve finansmanın karşılanması- anlaşmadaki önlemlerin nasıl uygulanacağına, yönetileceğine ve gelişmenin ölçüleceğine dair ülkelerin çözümler üretmesi var. Bu süreçlerin yanı sıra, Açık Deniz Anlaşması’nın Paris Anlaşması gibi diğer küresel anlaşmalar ile sinerji ve iş birliği içinde olması gerekiyor. Bu zorlu yola rağmen, Açık Deniz Anlaşması’nın uygulanması, uluslararası hukuktaki önemli bir boşluğu kapatma ve ülkelerin okyanus sağlığı, iklim krizine yönelik direnci, gıda güvenliği ve tüm insanların sosyo-ekonomik refahını sağlamak için birlikte çalışabilmelerine yönelik bir çerçeve sunacak. İnşası 20 sene süren anlaşmanın etkin bir şekilde uygulanması ve 2030 hedefine ulaşması içinse az bir zaman var. Zaman ilerlerken, hiçbir ülkenin kayıtsız kalma lüksü yok.  



Hazırlayan: Yasemin Ulusoy

Fotoğraf: Zafer Kızılkaya